13 Mart 2011 Pazar

gribal

loş bir odada kafaya hafiften etki eden bir müziğe oturuyorduk. ikimiz karşılıklı, ortamızda bir takım uyuşturucular, sağımızda deniz, solumuzda duvar vardı; şampanya rengi. konuşmanın bir yerinde tüm gidişatı eline aldı ve delirmekten bahsetti. ölümden bahsetti. ruhun ölümünden korkmayanların ulaştığı ruhani mertebeden, dünyayı görüş biçimlerinden, soyutluklarından bahsetti. bazen sağda-solda orda olmadığı söylenen insanlar görüyorsak ne olmuştu? ya o insanlar, günlük hayatta gördüklerimizden daha iyiyse; bunu hiç mi düşünmüyorlardı? Sahi kimler düşünmüyorlardı? onlar vardı, ilk başta onlar vardı, ama onlar kimdi, durmadan pelesenk gibi çiğnediğimiz onlar kimdi? bilsek yahut gördüğümüzü silsek bir anlamı olabilirdi. ama yoktu işte, onlar vardı ve kanıtlayamıyorduk. yani ki: dülger balıkları bir daha kabuklarından hiç çıkmayacak, isimlerini bile unutturacaklardı. anlatılacak başka hikâye kalmamıştı. ruhsuz bir son, tam da yakıştığı gibi.

sonra yavaş yavaş yok olmaya başladı.. son pikselini tam kaybolmak üzereyken öptüm. gözlerimi açtığımda gitmişti.
11 Mart 2011 Cuma

prematüre tirat

...insanlardan neyin bıkmadım. yani evet, usandım; lâkin katiyyen bıkmadım. yaşama bu yüzden yüzümü dönmedim. benim nedenim apayrı. söylemekten utanıyorum, yani dinlerseniz dudak bükecek, omuz silkecek, "Bi' bu eksikti!" diyecek olmanızdan korkuyorum. bir yandan da battı balık yan gider işte, ondan kelli diyeceğim budur ki: üşümüş gözler görmekten bıktım, bir çiftine daha dayanamam... ukalâlık ettiysem özür dilerim.
7 Mart 2011 Pazartesi

Doğru Adam Yalanı

Doğru adamı buldum, çok mutluyuz yakında evleniyoruz dedi geçenlerde bir arkadaşım. Ben de hiç durur muyum, yapıştırdım cevabı. "Nereden anladın doğru adam olduğunu?" diye sordum. "Kavun değil ki bu koklayıp anlayasın doğru olup olmadığını." diyerek de kâh espritüel kâh ketum olduğumu gösterdim. Anladım işte dedi. Beni seviyor, önem veriyor, yanında değerli hissediyorum kendimi. Mutluyum, o yüzden doğru adam dedi. Hem kariyeri iyi, parası da var, iyi bir baba olabilir. E daha ne olsun?

Bu cümleler aşık olduğun bir adamı anlatmaktan çok çok uzak aslında. Çünkü bence bunlar yanlış, çünkü ben en iyisini biliyorum, çünkü çok gördüm, çünkü herkes beni dinler, çünkü harikayım, aman tanrım hemen koşup kendimi kötülemeliyim, ay dayanamıyorum. Kendimi kötüleme karizmasını çok seviyorum. Allah'ım, sana geliyorum! Neyse, doğru adam, seni mutlu ettirecek, hayatın boyunca rahat hissetmeni sağlayacak adam değildir bana göre. Doğru adam var mı gerçekten bilmiyorum ama varsa da böyle bir şey değil. Yok, kesinlikle değil; nerden mi biliyorum? Çünkü benim Twitter'da yaptığım tespitleri kimse yapamıyor. Adeta bir post-modern çağ filozofuyum, adeta Şebinkarahisarlı bir Meryem'im adeta. Adeta böyle bi' şey, şey işte, şey, Allah'ım sana geliyorum! Neyse, bana kendimi iyi hissettirecek bir adamla hayatımı birleştirmek bencillikten başka bir şey olmaz. Eğer bir adamla evlenmeye karar verirsem bir gün, beni mutlu etmenin yanında üzmeyi, acı çektirmeyi bilen biri de olmasını isterim. Benim doğru adam tanımım da bu. Şunlar da şu, onlar da o. Kuşlar da kuş, böcekler de böcek. Meme de meme, göt de göt. Böyle okuyunca kulağa deli saçması gibi geliyor biliyorum. Üzülmeyin, zaten hepsi deli saçması zaten. Kendime deli deyince süper karizma yapıyorum, çaktırma, şşş. Neyse, benim için acı çekmek de, bazen mutsuz olmak da bir ilişkinin olmazsa olmazı. Mutsuz olmadan, acı çekmeden mutluluğun kıymetini bilemezsin çünkü. Evet evet, benceböyle yani. Bence yani. Bencesi böyle. Seni bilemem, ama bence böyle. Evet. Hıhım.
Pek çok kadının kendilerine doğru adam yalanı söylediklerini düşünüyorum aslında. Biz kadınların doğasında ilgilenilme isteği var fazlasıyla. Bu isteğini doyurabilen bir erkek, çoğu kadına göre doğru adam olabiliyor. İşte bana göre olamıyor. Çünkü azla yetinemem ben, "Ya hep! Ya hiç!" derim her zaman. Derim yani. Karakterim bu benim. Evet, karakterli bir insanım. Hele ki yaş da biraz ilerlediyse, yalnız kalma korkusu da sardıysa, kendilerine söyledikleri yalana önce kendileri inanıyorlar. Nerden mi biliyorum? Ben de geçtim o yollardan. Peheeey, yaş kemâle erdi işte, ehem. Neyse, beni önemsiyor, bana değer veriyor, bir dediğimi iki etmiyor, eh o halde doğru adam bu kafasına giriyorlar. Yok öyle bir dünya sevgili hemcinslerim. Size acı bir haber vereyim; o doğru sandığınız adamlar bir süre sonra sıkılıp kaçıyor ve sizler onların aslında doğru adam olmadığını anlıyorsunuz acı bir şekilde. Ki bence zaten doğru adam diye bir şey de yok. Kaçıyorlar işte, sende unuttuğu kazağını geri almasını bekliyorsun, ama almıyor. Kazağa bakıyorsun, duvara bakıyorsun, yıllar geçiyor. Dönmüyor işte dönmüyor. Sonra evine doktorlar giriyorlar, ellerini bağlıyorlar, bir arabaya bindiriyorlar, piknik alanı gibi bi' hastaneye götürüyorlar, sonra koğuşa atıyorlar, sonra ordaki Sabiha abla donunu istiyor, vermiyorsun, Sabiha abla sana saldırıyor, kafanı kalorifere vuruyor, sonra kanlar akıyor, kanlar akıyor, kanlar akıyor, sonra, so-son-sonra ALLAH'IM SANA GELİYORUM! Neyse, yanlışları diğerlerine göre daha az olan adam var. Hıhım, kesinlikle öyle, evet, bence kesin yani. Kanlar akıyor, hıhım, kesin.
Ben de gidip yanlışı daha az olan adamın doğru adam olduğuna kendimi inandırmaya başlayayım o halde. Görüşürüz okuyucu. Kanlar akıyor, hıhım, evet.

A Tribute to This!
6 Mart 2011 Pazar

üryan

yavaş yavaş toplandılar. mağara aralıklarından, gayya gurultularından, göğün genişliğinden parça parça toplandılar. sanki onların dışında kimsenin bilemeyeceği bir SÛR varmış da, o SÛR'a üflenmiş gibi bir araya geldiler. önce ayak parmakları ve kimliksiz kaslarla isimsiz kemikler birleşip iki tane ayak oluşturdular. sonra uzaktan bakana yanardağ gibi gözüken bir birleşme başladı. yerden göğe doğru bir vücut inşaa edildi. görene çok tanıdık, bakana çok sıradan, duyana çok sessiz gelen bir vücut. iki bacağının arasından kaf dağı kamaşır. kamaşmakla kalmaz, vücuda verip veriştirir ve lâkin vücut hiç hareket etmez artık. sanki hiç vücûda gelmemiş gibi, sanki yeni komşu olan kanlar-kemikler-kaslar-beyinler yeni yerlerini yadırgamışlar gibi. kaf dağı'nın tepesindeki kuşun adı da Ketin. Ketin'in gördüğü vücut, diğer görünüşlere göre farklı, gibi, sanki. tabandan diz kapağına dek kafasını kaldırması iki yıl sürer, dizden bele kadar olan bölüm karanlık, belden göğüs kafesine hadi yedi sene desek de; zamanın zeminini zırıldatan aslında göz bebekleri. akı yokmuş, karası çokmuş, ışığı da körmüş gibi. bakınca kadîm acılara gülecekmiş, canlının içini okuyup, eşyanın yasasını kıracakmış gibi. bilinçaltını örten tek battaniye yokmuş, yerküre gökküreye, gökküre de uzay diyarlara uçacakmış gibi. seyretmesi için âleme inmiş, sanki büyük bir güzellik bahşetmiş, ücrâ sırların toplandığı sinir ucunda tahterevalliye binecekmiş gibi. tahterevalliden havalanıp bir kuşa dönüşecekmiş gibi. bir kuşa dönüşecek de pırıl pırıl uçup Ketin'in yanına konacakmış gibi. yani ki kalp dayanmazmış gibi ölüp de dağın tepesinden yere çakılmış Ketin.
5 Mart 2011 Cumartesi

beyanname

patır patır parıldayan pirinç renkli gözlerim var. sonra efenime söyleyeyim, duygu dışı bir düş gücüm; bedenden beri bir halsizlik. zûl zannettiğim işlerim var. ziller zırıldar. ZRRRRRR!

her şeyi anlatabildiğim hiç kişi; arzu nesnem olan piç kişi; bakıp da boğulmadığım hayâli tek kişi var. toplarsam totalde hiç sevmediğim bir sevgilim var. ışıldamayan ışıldak sanki.

turunçgilleri tuvalde tutan gözlerim var. beyazları renklilere rahvan eden gözlüklerim. anlamı anaya bacıya anırtan cümlelerim. bir de perileri çatırdatan çetin ceviz bir canım var.

yani ki yeterli.

Yardırıyorlar affedersin.

Zıkkımda

Fotoğrafım
madafaka
z dönüşünden önce son sıçış.
Profilimin tamamını görüntüle
Blogger tarafından desteklenmektedir.