15 Kasım 2011 Salı

bitirilmemiş ilk hikâye

Tarık, bu işi yapamayacağını çok geç anladı. Üç sene boyunca ofise gitti-geldi. Tonla azar işitti. Kâh Facebook’ta, kâh Twitter’da şehir insanının yalnızlığından dem vurdu. Arkadaşları aradığında “Yarına yetiştirmem gereken çok önemli işlerim var.” dedi. “Ne işi?” diye sorduklarında “İş işte!” diye hepsini başından savdı. Telefonu her kapayışı, kapıyı her vuruşu; büyük şehrin kaybolmuş insanına özgüydü. Tarık, bu üç sene içerisinde ofis içi aşk trafiğine de takıldı. Önce Meltem’den hoşlandı. Ne zaman Meltem’le baş başa kalsa Zeki Demirkubuz’dan bahsetti; ama Meltem onu hiç anlamadı. Meltem’in gerizekâlı olduğuna kanaat getirdikten sonra ise Ceren’le flört etmeye başladı. Ceren, ofisin en deli-dolu dişisiydi. Geceleri bütün barları dolaşır, her barın tuvaletinde en az bir kere kusar, garsonlara-barmenlere yavşar; sonra da arkadaşları onu evine götürene kadar bir köşede sızardı. Ceren’in bu hayat dolu karakteri, Tarık’ı baştan çıkarıyordu. Hem anlattığına göre, Ceren çocukken de ailesine hiç boyun eğmemiş; çok âsi bir gençlik geçirmiş. Okulda öğretmenlerine her kızdığında gidip tuvaletteki aynaları kırıyormuş. Ceren ne zaman bu hikâyeleri anlatmaya başlasa, Tarık sanki dünya-dışı bir varlığı dinlermiş gibi büyüleniyordu. Ceren, onun hiç bilmediği; hiç görmediği; hayal bile edemediği her şeyin simgesiydi. Sonunda Ceren’i gece dışarı çıkmaya ikna ettiğinde dünyalar onun olmuştu. Ama işte o gece, tam da Ceren kaldırım kenarındaki mazgallara doğru kusarken; Tarık, Ceren’in ağzından çıkan domates kabuğuna bakarak dünya-dışı varlıklarla ilişkiye giremeyeceğini anladı. O günden sonra içini derin bir hüzün kapladı. Kendini Kafka ile kıyaslamaya başladı. Artık ofiste geçirdiği her dakikayı eziyet olarak görüyordu. O dakikalarda evinde olmak ve durmadan yazmak istiyordu. Bu işin onu körelttiğini, tam da Kafka’nın memuriyeti gibi hayatını cehenneme çevirdiğini düşünüyordu. Ama Kafka ile kıyaslanmak o kadar hoşuna gidiyordu ki; bu yüzden işi bırakmayı aklının ucuna bile getirmiyordu. Sonunda Tarık bir gece bilgisayarının başında Radiohead dinleyip bira içerken bir blog açtı. Blogun ismini “Hüzün Labirentinde Kaybolmuş Kısa Boylu Uzun Dev” koydu. Bir ay sonra on takipçiye ulaştı ve gece-gündüz blogunu düşünmeye başladı. İkinci ayın sonunda tam yirmi beş takipçisi vardı...

0 yorum: